Tasavvuf ve ışık. İslam tarihinde metafiziksel eşleşmelerden en bilineni belki de. Bu eşleşmenin elbette islam öncesi tarihsel kökenleri mevcut. Mistik bakış açısının tarihsel serüvenin anavatanı Mezopotomya’da İslamlaşma ile birlikte tasavvufun gelişimi bu yüzden tesadüfi değil. Tasavvufçuların tebliğlerine başladığı an bölgede karşılık bulması sadece kendi yeteneklerinden ileri gelmiyor zira toplumsal altyapı, mistisizmi ile buna oldukça müsait. Bölgemizde toplumsal karşılığı olan önemli tasavvufçulardan biri de İşrakkiye tarikatının kurucusu Şahabeddin Sühreverdi.
Gün doğumu/aydınlanması anlamına gelen İşrak, Sühreverdi’nin felsefesini her yönüyle yalın bir şekilde özetlemektedir. Tahran’dan başlayan öyküsü Halep’te henüz 38 yaşında son bulmuş. Sellahadin-i Eyyubi’nin talimatıyla hayatına son verdirilen bu ünlü islam filozofu’nun en çok ikamet ettiği yerlerin başında Diyarbakır ve Halep’in geldiği kaynaklarda ifade edilmektedir. Diyarbakır ve çevresinde sürekli bulunması muhtemelen karşılık bulmasından ileri gelmekteydi. Mezopotamya’nın merkezlerinden biri olan şehir, tasavvufi şahsiyetlerin de barınaklarından biri olduğu bilinmektedir.
Diyarbakır’da tasavvuf sıfatlarından olan Pîr isminden bir ilçenin olduğu bilinmektedir. Pîran yani Dicle ilçesi. Bu ilçe, tarihte daha çok Şeyh Said isyanı ile anılmaktadır. Pîran, Pîrlerin ikamet ettiği yer anlamına gelmektedir. Pîr Mansur türbesi bu ilçenin en önemli dini merkezlerinden biri. Tarihsel kayıtlar Pîr Mansur’un bölgeye tasavvufi öğretilerini tebliğ etmesi için siyasi otoriteler tarafından 1000’li yılların başında davet edildiği ifade edilmektedir. Pîr Mansur’un bölgeye gelişi ile tasavvufi tarikatlaşmalarda bir hareketlilik meydana gelmiştir. Pîr Mansur ve ailesinin ikamet etmesi için dönemin vakıf arazileri hibe edilmiştir. Bu arazilerden en büyüğü kayıtlarda Bazbend olarak geçmektedir. Bazbend; Sevan Nişanyan’ın etimolojik çalışmaları ışığında dönemin farsçasında ‘Karakol’ anlamına gelmektedir. Günümüzde Yeşilsırt köyü olarak anılan bu bölge, yerel halk tarafından Bazbend olarak telaffuz edilmeye devam etmektedir. Bölgede bulunan bir takım harabelerin de Perslerin askeri garnizonu olduğu anlatıla gelmektedir. Karakol adlandırılması da muhtemelen buradan gelmektedir.
Şahabedin Sühreverdi’nin de 1100’lü yıllarda Diyarbakır’da sıklıkla kaldığı bilinmektedir. O dönemde bildiğimiz kadarıyla tasavvufi öğretinin Diyarbakır’daki merkezi Dicle (Pîran)’dır. Pîr mensur ve tarikatının ikamet ettiği bu bölgenin tepesinde bir türbe bulunmaktadır. Bölge halkı bu türbeyi ‘Şêx mi Îşraq’ yani ‘Şeyhim İşrak’ türbesi olarak anmaktadır. İşrakiliğin ışık ile olan ilişkisi de göz önüne alınınca türbenin konumu oldukça enteresan bir hal almaktadır. İşrak, gün doğumu/aydınlanması anlamına gelmektedir. Işığın, İşrakilik ekolünde merkezi bir fenomen olduğu bilinmektedir. Türbe gün doğumundan gün batımına kadar ışığı aralıksız alan bir konuma sahip.
Yerel halk türbenin tarihine ve şahsın kim olduğuna dair net bilgilere sahip olmazsa da türbede yatan kişi için ‘Şeyhlerin Şeyhi, Evliyaların Evliyası’ nitelemesi yapılmaktadır. Türbenin adı, vakıf arazisinin tahsil edildiği aile ve yapılan niteleme, İşrakilik tarikatının kurucusu Şahabedin Sühreverdi’yi bize hatırlatıyor. Ayrıca türbe, Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Mehdi tarafından sıklıkla ziyaret edilmiştir. Şeyh Mehdi’nin eşi Medine Hanım, bu ziyaretlerin gece vakitlerinde yapıldığı ve eşinin kendisini aşağıda bekletip tepedeki türbeye tek başına çıktığını ifade etmektedir. Bu anlatı bizim için önem arz etmektedir. Zira Şeyh Mehdi meşailik ekolüne oldukça yakın bir isim ve Şeyh İşrak türbesi için ‘oldukça büyük bir evliya burada yatıyor’ şeklinde ifadeleri olduğu söylenmektedir. Şeyh Mehdi’nin sevenleri kendisinin namaz kıldığını görmedikleri aktarılmıştır. Bu durum Meşailik ekolüne yakın olanlarda görülür. Meşailiğin eleştirel ardılı olan İşrakiliğin Şeyhine gece ziyaretlerinin elbette özel bir anlamı olmalı.
Halep’te öldüğü bilinen ama naaşının nerede olduğu bilinmeyen Sühreverdi’nin Diyarbakır’da sık ikamet etmesi burada güçlü bağlar kurduğunu göstermektedir. Harput ile de sıkı bağlarının olduğu ifade edilmesi, Pîran’ın Harput sınırında olmasında dolayı kanılarımızı destekler niteliktedir. Tasavvufi tarikatların ezoterik çalışma tarzı düşünüldüğünde, Sühreverdi’nin dostlarının Halep’ten Piran’a naaşını getirdiği ve burada İşrakiliğin felsefesine uygun anıtlaştırdığı tezi şu an zayıf olsa da en azından dayandırdığımız parametreler ile tartışmaya açık bir durumdadır. Halep’te 900 yıl boyunca naaşı ile ilgili herhangi bir tarihsel kaydın bulunmaması ve Eyyubi devletinin kendisini büyücülük ile suçladıktan sonra naaşından dahi çekindiği düşünüldüğünde, Halep dışına naaşının gönderilmiş olabileceği kanaati güçleniyor. Sonraki süreçte sürekli ikamet ettiğini düşündüğümüz Pîran ilçesinin tasavvufi bir merkez olduğu düşünüldüğünde böylesine önemli şahıslara sahip çıkan tutumların geliştirilmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Sühreverdi’nin mezarına dair uzun yıllar sonra belki de ilk tartışmayı açmak ilgili kamuoyunu da harekete geçirecektir.