Bugün popüler kültürün bize dayattığı bir dünyada yaşıyoruz. Bireyler, farkında olmadan bir kalıba sokuluyor; kendi özgünlüklerini yitirerek, popüler kültürün belirlediği normlara göre şekilleniyor. Bu normları sorgulamadan kabul eden bireyler, giderek birbirine benzemeye başlıyor. Tüketim davranışları da bu yönlendirmeden payını alıyor; artık ihtiyaç duydukları için değil, popüler kültürün dayattığı değerlere ayak uydurmak için alışveriş yapıyorlar. Popüler kültür, aşırı tüketimi normalleştirir ve bireyleri maddi değerlere bağımlı hale getirir. Bu kültürün etkisi altında, bireyler özgünlüklerini kaybeder ve popüler kültür tarafından dayatılan normları benimser. Bu normları benimseyen bireyler homojenleşir. Artık rahatlıkla yönlendirilen, istenilen mal veya hizmeti tüketen tamamen kontrol altına alınmış birey haline gelmiş oluyoruz.
Lüks semboller, modern tüketimin başrollerinde. Dubai çikolatası bunun çarpıcı bir örneği: Sıradan bir çikolatadan öte, lüks ve egzotikliğin simgesi olarak görülüyor. Tüketim toplumu bireyleri, ihtiyaçlarının ötesinde büyük endüstri şirketlerinin yönlendirmeleriyle tüketim alışkanlıklarını şekillendiriyor. Başka bir deyişle insanlar ihtiyaç duydukları için değil tüketim devlerinin vaat ettiği bir duyguyu, imajı, statüyü elde etmek için satın almaya başlarlar. Günümüzün tüketici kimliği, aslında şirketlerin sunduğu imajı ve statüyü satın alma arzusu üzerinden var oluyor. Tüketim artık yalnızca ihtiyaçları karşılamaktan öte, sosyal kimliği ve statüyü yansıtan bir araç haline geliyor.
Aslında insanlar Dubai çikolatasını ihtiyaçları olduğu için değil modern toplumunun dayattığı imajların bir parçası olabilmek için tüketiyorlar. Çünkü bireylerin değerleri tüketim kapasitesi üzerinden değerlendiriliyor. Sen sana sunulan ürünü tüketmiyorsan artık bu dünyanın modern insanı değilsin, sosyal medyada boy gösteremezsin, sen bizim istediğimiz sen değilsin. Modern toplumun dayattığı değerler, “modern insan”ın çerçevesini çiziyor. Dubai çikolatasını tüketmek, ya da ünlü bir markanın en son çıkan telefon modelini almak için saatlerce kuyrukta beklemek, bu kalıbın dışında kalanlara “sen bu dünyanın bir parçası değilsin” mesajı veriyor. Bu tüketim yarışında geri kalan bireyler, sosyal medya dünyasında kendine yer bulmakta zorlanıyor; çünkü değerler, tüketim kapasitesiyle ölçülüyor.
Sonuçta, popüler kültür, bireyleri bu sınırsız tüketim çılgınlığına dâhil etmekte fazlasıyla başarılı olmuş durumda. Ünlü markaların ürünleri için sıraya giren kalabalıklar, bir çikolata için kilometrelerce kuyruk oluşturan insanlar, modern tüketim kültürünün geldiği noktayı gözler önüne seriyor. Bu, tüketim devlerinin istediği tablo ve ne yazık ki bu tablo gerçeğe dönüşmüş durumda.
Bu tüketim döngüsünden çıkmanın yolları elbette var; bireyler küçük adımlarla bu çılgınlığın dışına çıkabiliriz. Minimalist yaşam tarzı, sadeleşme ve bilinçli tüketim hareketleri bu döngüden sıyrılmak için ilk adımlardır. Örneğin, bir ürünü satın almadan önce gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını sorgulamak, sosyal medyada öne çıkan ve yalnızca imaj peşinde koşan tüketim alışkanlıklarını eleştirel bir gözle değerlendirmek, bu popüler tüketim kültüründen uzaklaşmak adına önemli hamlelerdir. Bilinçli tüketim hareketleri, yalnızca gereksiz harcamaları azaltmakla kalmaz, aynı zamanda bireylerin kendi özgün değerlerine sadık kalarak toplumsal dayatmaların ötesinde bir yaşam sürmelerine olanak tanır. Sosyal medya ve reklam dünyası tarafından körüklenen bu tüketim arzusunu fark ederek, bir sonraki alışverişimizde daha bilinçli bir tercih yapabiliriz. Aslında tüketimi yeniden şekillendirmek, bu döngüde kendimizi bulmanın ve özgünlüğümüzü yeniden kazanmanın ilk adımı olabilir.
Ne dersiniz başarabilir miyiz? Yoksa siz hala Dubai çikolatası yemeyenlerden misiniz?