Köylük yerde, Cuma günleri işler öğleden önce bitirilir ve erkekler Cuma namazı için camiye giderken kadınlar haftanın en güzel yemeklerini yapmaya koyulur, çocuklar da ağızlarının şorıgi (salyası) aka aka yemek zamanını beklerler.
Müslümanlarda Cuma, Yahudilerde Cumartesi, Hıristiyanlarda Pazar günleri ibadethanelerde toplu ibadetler yapılır ve haftanın diğer günlerinden farklı olarak, insanlar kültürlerine göre kendilerini ödüllendirilirler.
Cuma namazı bitipte baba eve gelince, hazırlanmış yemekler yenir ve baba çayını içerken imamın Cuma hutbesinde dile getirdiği hususları ev halkı ile paylaşır ki hutbenin emaneti üzerinde kalmasın!
Diğer dinlerdeki insanların, haftanın özel günlerindeki ibadetlerini, ibadethanelerinde ailece yapmalarına kıyasla, Müslümanların uygulamasında, Cuma ibadeti, genelde erkeklerin Camiye gidip bu ibadeti yerine getirdikleri şeklinde uygulandığı için (!), Cumadan gelen babaların da, camide dinlediği hutbeyi ev halkına aktarma görevleri vardır.
Çünkü hutbe Cuma Namazının farzıdır ve bu farzdan Camiye gelmiş olanlar kadar, Camiye gelmemiş olanların da faydalanması gerekir.
Günümüzde her Cuma namazı için, Türkiye’deki on binlerce camide toplanan milyonlarca Müslüman’a duyurulmak üzere, hutbeleri Diyanet İşleri başkanlığı hazırlayıp İl Müftülüklerine gönderir, müftülükler de hutbeyi camilerin imamlarına ulaştırır, imamlar da Cuma namazından önce bu hutbeyi minberde okuyarak vatandaşa ulaştırır.
Bu süreçte, hutbenin iyi olmasından daha önemli olan, vatandaşın hutbeden nasıl bir mesaj aldığıdır. Bu da imamın hitabet kabiliyeti ile ilgilidir.
Eğer imam yaklaşık 500 kelimeden oluşan hutbeyi, vurgulamalarına ve ses tonlarına uygun aktarır ve hitabet sanatını konuşturarak cemaatin dikkatini kendinde toplarsa, vatandaş hutbeyi anlamına uygun anlar.
Eğer imam hazırlanan hutbeye kendisi de bir şeyler katar, 15 dakikalık hutbeyi yarım saat ve daha fazlasına uzatır, bağırmayı ve insanları azarlarcasına hitabeti bir maharet sanırsa, imam dinlenilmez, insanlar birbirleri ile konuşarak, uyuklayarak ya da cep telefonları ile uğraşıp zamanı geçirerek namazı beklerler.
Camilerde insanların, hutbenin amacına uygun davranmasında sorun var ki Diyanet İşleri Başkanlığı,15 Kasım Cuma gün ki hutbeye,” …Hutbe, Cuma namazının şartıdır. Hutbe okunmadan Cuma namazı olmaz. Hutbeyi namazdaymış gibi dinlemek gerekir. Dolayısıyla hutbe esnasında konuşulmaz. Selam alınıp verilmez. Cep telefonuyla meşgul olunmaz…” İfadelerini koymuştur.
Diyanet mealen Yaradan’a diyor ki “Biz hutbeyi okuyoruz ama vatandaş bizi dinlemiyor.”
Allah’ın emirlerini kulların içtihadına kurban edip, vatandaşı Yaradan’a şikâyet etmek ne kadar vicdanidir!
Cemaat hutbeyi dinlemek ve Cuma namazı ibadetlerini yerine getirmek için işini, gücünü bırakıp camiye gelmiştir. Dolayısıyla cemaat hutbeyi anlamak için etkili iletişimin birinci kuralı olan “hazır bulunuşluluk durumu” itibari ile üstüne düşeni yapmıştır.
İmamın da hutbenin ruhuna uygun ve etkili bir hitabet için; cemaatle göz teması kurması, empati kurabilmesi, beden dilini ve sesini doğru kullanması, esas konudan uzaklaşmaması, dikkati kendinde toplaması ve sözü uzatmaması gibi etkili iletişim ve hitabet metotlarını kullanma becerisini göstermesi gerekir.
Eğer imam Peygamber’in makamı olan minberde, aldığı maaşın karşılığı olarak, sadece görevini yerine getirme edasıyla, hutbeyi cep telefonundan okuyarak ve hitabet sanatından yoksun ifadelerle cemaate sesleniyorsa, hutbeyi dinlememe kabahatini cemaate yüklemek insaftan yoksun olacaktır.
İmam hutbeyi ezberden ya da kâğıttan değil de cep telefonundan okursa, davranışı ile vatandaşa örnek olur ve cemaat de İmamın yaptığından fazlasını yapar.
Ülkemiz genelinde hutbenin dinlenilmesinde sorun var ki Diyanet İşleri Başkanlığı geçen haftaki hutbeye “hutbe dinleme adabını” konu etmiştir.
Hutbenin amacına uygun gerçekleşmesi için, cemaatin imamı dinlemesi konusunda talimatlarla zorlanması veya eğitilmesi mümkün olmadığına göre; bu sorunun giderilmesi ve hutbelerdeki konuların amacına uygun anlaşılması için önerimiz, hutbe ibadetini yerine getirmekle görevli imamlarımızın, yetkili kurumlardan hitabet eğitimi almalarıdır.
Biz büyüklerimizden şunu gördük ki; ne söylenmek istendiği değildir esas olan, neyi nasıl söylediğin ve nasıl anlaşıldığındır asıl olan!