Kürt sorununa ilişkin tartışmalar, Kürt siyasal aktörlerin siyasal, tarihsel ve toplumsal havsalaları ve tahayyülleri, ne istedikleri ve bunun için neler yaptıkları (ya da yapmaya hazır oldukları) konularından ziyade, ilgili devletlerin ya da hükümetlerin ne istedikleri veya demokratik ve eşitlik temelli bir düzene ne kadar izin verecekleri etrafında yapılmaktadır.
Konunun tarihsel, sosyolojik ve küresel boyutları, güç mücadelelerine direnişle ya da iktidar sahibi olarak dahil olan siyasi aktörlerle beraber değerlendirildiğinde bir “Kürt siyasal alanı” tartışmasını mecbur kılmaktadır.
Kürt sorunu konusunda her şeyden önce zihinsel bir operasyona ihtiyaç vardır. Zihinlerimizde yok sayma temelinde kurulan perdeler kaldırılmalı ve yanı başımızda yaşayan gerçeklikle hukuk, demokrasi ve evrensel insani değerler temelinde nasıl yaşayacağımızı öğrenmeliyiz.
Günümüzde artık Bölgesel veya çağın gereklerini karşılamayan ideolojik gözlüklerle değerlendiremeyeceğimiz kadar hayati bir mesele olan bu eşik belki ancak bu şekilde aşılabilinir.
Sorun farklı açılardan tanımlandığında Kürt sorunu kaynaklı çatışma yaşamış/yaşayan devletler açısından bu, terörizm, bölücülük, azgelişmişlik/ geri kalmışlık, emperyalizmin kaşıması vb. şeklinde okunuyor.
Ancak Kürt sorununun bir sorun olmasının en temel sebeplerinden birisi muhtemelen bu sorunun varlığının reddedilmesiyle ilgilidir. Bu durumu hem küresel ve bölgesel düzeyde hem de tek tek bölge ve Ortadoğu coğrafyasındaki devletlerin içindeki çeşitli siyasal aktörler düzeyinde gözlemlemek mümkündür.
Hem tarihsel olarak ama hem de belli boyutlarıyla günümüzde bu sorunun varlığının siyasi konjonktür de farklı düzeylerde de olsa reddediliyor olmasını, Kürt sorununun en temel jeopolitik kaynağı olarak tespit etmek mümkündür.
Aktüel koşullar altında bu tanınma sorunu, özellikle son kırk yıldaki dönüşümler, çatışmalar ve çelişkiler neticesinde uluslararası siyasette facto olarak ortadan kalkmışsa da, örneğin yaşadığımız coğrafyada bu sorunun tanınmasının dahi ne kadar uzun zaman aldığı, sorunun derinliğine dair fikir vermektedir.
Hangi perspektiften baktığımızın önemi olmaksızın her şart altında bölgesel bir sorun olduğu hâlde, istisnasız hep devletlerin iç meselesi olarak görüldü. Bölgesel dinamikleri dahil etme çabalarında bile hakkında fikir yürütülen mesele çoğunlukla “dışarının içeriye etkisi” ile sınırlı oldu.
Bununla beraber, çoğunlukla siyasal çözümler bulma hedefiyle aktörleri merkeze alan; çatışmaları yaşayan toplumsal kesimleri entegre edilmesi gerekenler olarak gören ve bu çerçevede toplumsal ve tarihsel şartları bütün bu süreçlerin belirleyeni olarak değil de sadece etkileyen faktörler olarak ele alan hâkim barış çalışmalarının ötesinde bir perspektif geliştirme gerekliliği kaçınılmaz görünmektedir.
Küresel güçler, Kürt siyasal alanında devletlerin Kürt sorunundan kaynaklı zaaflarını kullanarak bölgesel düzeyde kendi çıkarlarını ilerletmenin yolunu hep aramıştır.
Örneğin Saddam Hüseyin en temelde ABD desteğiyle bu kadar büyüdüğü ve Enfal kampanyası ile Halepçe katliamına sessiz kalındığı hâlde, Kürt nüfusa yapılanlar Irak’a 2003’te yapılan müdahalenin kozmopolitan insan hakları çerçevesinde sunulan gerekçelerinden birisi olmuştur.
Şunu belirtmek mümkün: Kürt siyasal alanında, Kürtlerin diğer halklarla beraber barış içinde yaşaması en temelde Demokratik direniş dinamiğiyle bağlantılı. Bu dinamik hem Kürtlerin iç barışını, hem bölgesel jeopolitik süreçleri hem de küresel hegemonik yapılarla etkileşimi doğrudan belirliyor.